TOZ RUHU

Herkese merhaba, bloğuma hoş geldiniz, görüntülenme sayım yine çok fazla, güzel tabi mutlu oluyorum.

Mubi'ye kafayı taktığımı söylemiştim, ayrıca kafayı takmayayım da ne yapayım, siz ne yapıyorsunuz mesela, Netflix'de inanılmaz kötü şeyler yok mu, bana mı öyle geliyor, kendi kendime saçma sapan şeyler izlemeyeceğim sadece belgesel izleyeceğim diye listeme bir sürü belgesel attım fakat hiçbir niteliği yok,1.bölümden sonra eee diyorum, gıda savaşlarına bakmıştım biraz bal ile ilgiliydi, bal gibi bir malzemenin bile sahtesi yapılıyor tabi, çok yakından biliriz canımız ülkemizde 5 tane bal alana 1 tane bedava olduğu neşe dolu günler yaşamıştık. Gıda savaşlarında da bal da sahtecilik yapılıyormuş, içerisine bir malzeme koyarak balın doğal yapısını bozup çoğaltıyorlar, bu malzeme, bu kimyasal nedir, nereden temin edilir, nasıl yapılır, hiçbir detay yok, az kaldı Youtube'dan makyaj videosu açıp izlememe, bu arada izlesem fena da olmaz bence, gerçekten şu makyaj işini asla çözemedim, bir de ben kendimi rahatsız hissediyorum ya, sanki yapış yapış gibi, neyse bu büyük sorunu mu bir kenara koyalım.

Toz Ruhu diye bir film izledim, bir adam var yalnız yaşıyor, çok titiz, giyime kuşama düzene de çok meraklı, temizlik işlerine gidiyor evlere ofislere ama pür pak, jilet gibi. Var bir hayali, türkücü olmak, yarışmalara katılıyor, işte kayıtlar alıyor, beste yapıyor falan ama bu kadar manken varken ona mı düştü şimdi şarkıcı olmak. Gerçekten ya hiç haketmeyen insanları çok büyütmedi mi bu ülke artık yetmedi mi, sürekli hiç olmayacak kişilerin basit iş gücü-zaman-emek döngüsünde iyi paralar kazandıklarını görmüyor muyuz, ulaşmadığımız yerler, markalar, mekanlar vb. herşey için çeşitli reklamlar, denemeler yapılıp çığrımızdan çıkarılıyoruz. Kimsenin özgüveni falan kalmadı, herkes sadece varolan düzende kendisine yer edinmeye çalışıyor o kadar. Yasemin Mori'nin bir şarkısı vardı; nereden gelir, nereye gidersin, bu da düşünen kafanın sana sorusu diye. Düşünen kafa da kalmadı, telefonu elime alıyorum ve gördüğüm şeylere inanamamakla geçiyor zamanım. Ne zaman herşey bitecek ve, deniz kenarı bir yerde artık huzur bulmuş şekilde yaşamaya başlayacağız? Bunu hiç düşündünüz mü?

Filmdeki karakter işte kendi yağında kavrulan, işinde gücünde bir adam, bir gün bir kadın arkadaşı evsiz kalıyor ve onda yaşamaya başlıyor. İyi güzel evde ses var hareket var, çaylar kahveler, yemekler. Ego öyle lanet birşey ki, hatta bu bildiğiniz super ego. Kadın soruyor işte sesin bu kadar güzel, ünlü olmayı denemedin mi, yarışmalara katılsana falan. Adam başarısızlığı o kadar hazmetmiş ki, içerisindeki umut bile ona yenik düşüyor, yok diyor ben öyle amatör takılıyorum, düzenim iyi güzel, ünlü olmaya niyetim yok. Biz 1 saattir izliyoruz senin ünlü olma çabanı, bize de mi yalan, yine yalanlarla donatıldık, olur bazen öyle. Denedim çabaladım, birşey olamadım da diyemiyor tabi. Nasıl kötü ya, kendimizi dümdüz ifade edemiyoruz, hayallerimizi bile, korkuyoruz, sakınıyoruz, yalanlara sığınıyoruz.

Kadın gider, adam bunalım, zaten ünlü de olamadı. Kadın da baktı, kendini zor doyuruyor, ne yapayım, ünlü olacağı da yok, anında başka denizlere.

Keşfedilmeyi bekleyen ruhumuzla kimsenin ilgilendiği falan yok, hiç kimse merak etmiyor. Edebiyatla kendimi bildim bileli ilgileniyorum, okumayı çok seviyorum, bir gün bir arkadaşım bu kadar okuyorsun anlatacak kimse olmadıktan sonra dedi. Bu sığ düşünceye 2 dakika falan takılıp kaldım tabi.

Üniversite'deyken yakında oturan arkadaşlar birbirlerine gider camdan seslenir yemek var mı diye sorardı, telefon vardı da kontur falan, kimsenin de olmazdı genelde. Bazen üçer beşer herkes katardı yemek yapıp yerdik. Sohbet ederdik, kimse telefona bakmazdı, işte o zaman okuduklarımı herkese anlatacağım çok kimse ve çok zaman olurdu.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İTAATKAR BİR KÖLE

CANIMI SIKAN BAĞZI ŞEYLER

OMG Nerdeyse 2 Yıl Olmuş!!!